Bilen bilir O'nu...
'Koreli' yazar, kağıt medillerini özenle dizdiği kasanın önünde
Kore gazisi olduğunu tahmin eder İncirli metrobüsüne uğrayanlar da
Ondan hiç mendil satın almamış olsa bile İncirli metrobüsünü kullanan herkes bilir onu,
İmrenerek bakar hatta çoğu göz ona, henüz ayıkamamış halde derse giderken mesela...
O oradadır hep, yağmurda, karda, güneşin en yakıcı olduğu anlarda bile!
Les marka kağıt mendillerini satarak hayatını kazanmaya çalışır,
Para üstü de bırakmaz asla! 10 kuruş bile almaz fazladan, tenezzül etmez!
Bir keresinde bizim Esra bir kağıt mendil alıp 1 tl uzatmıştı, para üstünü almamakta ısrar edince bizimki, bir mendil daha verdi, o gururlu bakışını unutamıyorum işte...
Bugün sandığın başında göremedim onu, korktum biraz sonra merdivenlerin başında rastladım,
Hemen oradaki simitçiden simit alamaya inmişti belki,, bilmiyorum...
Tam inerken ben göz göze geldik, öyle baktı ki bana hafızama kazınanlardan! dayanamadım,
Koreli amcayı unutmayacağım
Bana bakışını da
Kasasındaki 'Koreli' yazısını da
Yaz kış kafasında olan o eski şapkayı da unutmayacağım
Markası Les olan, özenle dizilmiş o kağıt mendilleri de...
29 Nisan 2013 Pazartesi
28 Nisan 2013 Pazar
Bir Pazar İşte...
Bugün Salacak Sahilde dinlendirdim ruhumu, güneşe karşı, kız kulesine nazır, halihazırda durgundu, dinlenmişti yorgunluğum...
İstanbul öyle cümleler kuruyor ki bana suskun kalamıyorum ruhum affet! Sukunet hiç yakışmadı zaten bana, hep dilimdeydi hislerim, cümlelerim hep ucundaydı o tetiğin!
Bir fotoğrafçı bir kare yakalamaya çalışıyor önüme geçip, Topkapı'nın bana bakışını kesiyor ama kızmıyorum ona, o da hisli çünkü, o da gönül veriyor makinesine benim kağıdıma kalemime verdiğim gibi...
Derken Güneş fazla yakıcı olmaya başlıyor, saçlarımı biraz daha parlatıp, güneş gözlüğünün işlevini alt üst ederek kıstırmayı başarıyor Bal rengi gözlerimi...
Kalk artık! diyor, kendi denizine! Denizimi rahat bırak, kendi dalgalarına kucak aç!
Kalkıyorum o an , şu cümlem de bitseydi diyorum, gözüm arkamda Kız Kulesi'ne doğru yürüyorum yine...
İstanbul öyle cümleler kuruyor ki bana suskun kalamıyorum ruhum affet! Sukunet hiç yakışmadı zaten bana, hep dilimdeydi hislerim, cümlelerim hep ucundaydı o tetiğin!
Bir fotoğrafçı bir kare yakalamaya çalışıyor önüme geçip, Topkapı'nın bana bakışını kesiyor ama kızmıyorum ona, o da hisli çünkü, o da gönül veriyor makinesine benim kağıdıma kalemime verdiğim gibi...
Derken Güneş fazla yakıcı olmaya başlıyor, saçlarımı biraz daha parlatıp, güneş gözlüğünün işlevini alt üst ederek kıstırmayı başarıyor Bal rengi gözlerimi...
Kalk artık! diyor, kendi denizine! Denizimi rahat bırak, kendi dalgalarına kucak aç!
Kalkıyorum o an , şu cümlem de bitseydi diyorum, gözüm arkamda Kız Kulesi'ne doğru yürüyorum yine...
25 Nisan 2013 Perşembe
İstanbul
Arkamda bir ulu dahiye ev sahipliği yapmış o görkemli saray, karşımda beni rahatlatan sakinliğiyle Anadolu Yakası, sahil boyu… Hemen yanımda en umutsuz olduğum şu anda içimi ürperten ezan sesinin yankılandığı camii.Ve içimin derin sessizliğini bozan vapur sesleri…sonsuz umman dediğim, derdimi en rahat döktüğüm,en sevdiğim mavilik üzerinde başkaldırış olarak tanımladığım vapurlar… İstanbul …içimdeki kederle çekebildiğim tek şehir … şehir demek az kalır aslında, sen tek başına bir hayatsın. Her türlü insana bir avuntu bulabilen ,yoran,tüketen bazen ama yine de vazgeçilemeyen. Sen bazen umut, bazen en derin keder. Ama hep İstanbulsun işte hep İstanbulsun…
22 Nisan 2013 Pazartesi
Bir Çift Acılı Göz
Bir çift yeşil gözden daha ne kadar acı akabilirdi, onu hiç tanımayan bir yabancıya. Yaşamın tüm yorgunluğu üzerindeydi metrodaki genç adamın, elinde bir belge bir yerlere yetişmeye çalışıyordu, belli. Ama telaş yoktu üzerinde, üzerinde solmuş siyah renkte bir pantolon, ince gömleğin üzerine giyilmiş üniforma eskisi bir hırka ve bir eski mont vardı sırtında da. Saçları uzun, sakalları yeni kesilmiş ama hala kirliydi izleri, gözleri yeşildi, çakır yeşil ama o kadar yorgun bir yeşildi ki bakmak istemezdiniz. Acılı bakıyordu zaten fazlasıyla acılı, hayat ona çok yüklemişti, belliydi. Ağlayamadıkları akıyordu gözlerinden, belki de en dolduğu andı, benim kulaklığımı takıp ruhumla baş başa kaldığım o yol, ona yorgunluğunu fark ettirmişti o an, yorulduğunu, kırıldığını, acı çektiğini hatırlatmıştı belki…
18 Nisan 2013 Perşembe
Her veda bir parça hüzün barındırırmış içinde...
Her veda bir parça hüzün barındırırmış içinde
Ve bir miktar da gözyaşı...
Canını derinden yakmasa da bazı vedalar,
Hatta sevindirerek, bir esaretten kurtuluşu andırır adeta
Ama yine de bir parça hüzün vardır her vedanın içinde
Bir miktar da gözyaşı...
Biraz fazla mı bencilleştim diye sorduğun anlarda yakalar tam da seni;
Fark etmeden alıştığın insanlar,
Hiç fark etmeden en yakını olduğun kalpleri bırakırken
O damla damla süzülen tuzlu yaşlar, hala ışıldayan gözlerinden...
Ve bir miktar da gözyaşı...
Canını derinden yakmasa da bazı vedalar,
Hatta sevindirerek, bir esaretten kurtuluşu andırır adeta
Ama yine de bir parça hüzün vardır her vedanın içinde
Bir miktar da gözyaşı...
Biraz fazla mı bencilleştim diye sorduğun anlarda yakalar tam da seni;
Fark etmeden alıştığın insanlar,
Hiç fark etmeden en yakını olduğun kalpleri bırakırken
O damla damla süzülen tuzlu yaşlar, hala ışıldayan gözlerinden...
17 Nisan 2013 Çarşamba
Yalnızlık...
Gündüz ya da gece fark etmez bazen, hiçbir anlam ifade etmez bu döngü içinde yalnızlık varsa eğer...
Bazen anlayamıyorum neden yalnızlığa katlanamaz insan ? Neden hep birilerini ister yanında ?
Neden zor gelir yalnız yaşamak ?
Anlamlandıramadığım daha derin kavramlar da var elbet, ama yalnızlıkta boğulup gidiyorum bazen, bazı günler...
Kendimi çekip çıkartmak yine bana kalıyor ama bunu becerebilene kadar bir hayli hırpalanıyor ruhum !
Yaşlanmış hissediyorum kalbimi, yüreğim bir çınar ağacı; yaşlı bir çınar, hayatımın ilk değil de son baharında hissediyorum, fazlasıyla derin yaşanmışlıklar hissediyorum
Ve yalnızlığım derinleşiyor; kendi içinde bir anlam kazanıyor, aşk gibi, şefkat gibi ...
Bir başkasına ihtiyacım olmasın istiyorum, kendi kendime yetmeliyim artık !
Ama kalbime dinletemiyorum ! Bir elim telefona uzanıyor işte o an, kalbimde yalnızlığı sonlandırmak üzere hazırlıklarını tamamlıyor
Bir cümlelik destek, bir cümlelik yazı bile yalnızlığı itekliyor adeta içimden, sıyrılıyorum kendimden
Ve o anı kurtarıyorum, yalnız değilim! i duymak istiyordum ya duyuyorum işte YALNIZ DEĞİLİM !
Sonra halime kızmak istiyorum, yalnızlığı sevebilmeli insan
Yalnızlığa alışabilmeli, kendi kendine yetebilmeli insan diyorum !
Çok acı yaradılışta yok ! Yalnızlık insana mahsus değil anlıyorum, hemde defalarca...
Bazen anlayamıyorum neden yalnızlığa katlanamaz insan ? Neden hep birilerini ister yanında ?
Neden zor gelir yalnız yaşamak ?
Anlamlandıramadığım daha derin kavramlar da var elbet, ama yalnızlıkta boğulup gidiyorum bazen, bazı günler...
Kendimi çekip çıkartmak yine bana kalıyor ama bunu becerebilene kadar bir hayli hırpalanıyor ruhum !
Yaşlanmış hissediyorum kalbimi, yüreğim bir çınar ağacı; yaşlı bir çınar, hayatımın ilk değil de son baharında hissediyorum, fazlasıyla derin yaşanmışlıklar hissediyorum
Ve yalnızlığım derinleşiyor; kendi içinde bir anlam kazanıyor, aşk gibi, şefkat gibi ...
Bir başkasına ihtiyacım olmasın istiyorum, kendi kendime yetmeliyim artık !
Ama kalbime dinletemiyorum ! Bir elim telefona uzanıyor işte o an, kalbimde yalnızlığı sonlandırmak üzere hazırlıklarını tamamlıyor
Bir cümlelik destek, bir cümlelik yazı bile yalnızlığı itekliyor adeta içimden, sıyrılıyorum kendimden
Ve o anı kurtarıyorum, yalnız değilim! i duymak istiyordum ya duyuyorum işte YALNIZ DEĞİLİM !
Sonra halime kızmak istiyorum, yalnızlığı sevebilmeli insan
Yalnızlığa alışabilmeli, kendi kendine yetebilmeli insan diyorum !
Çok acı yaradılışta yok ! Yalnızlık insana mahsus değil anlıyorum, hemde defalarca...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)