14 Ağustos 2014 Perşembe

Sarı Kalem


Bazen ufacık bir kalem geçmişe götürür tüm benliğini...
Kim, nerde ne zaman vermiş en ince detaylarıyla hatırlarsın,
Boğazın düğümlenir, yutkunamazsın
Kelimeler takılır oraya da konuşamazsın
En güzeli yazmak deyip iki satır karalarsın
İşte o ufacık kalem seni geçmişte sürüklemeye yeter o zaman
Tam da şöyle;
İstediğin ama sevmediğin okulda,
İstenmeyen ama sevdiğin bir bölümde
Adını kendine yakın bulduğun
Bir de hocasını fazlasıyla merak ettiğin dersin ilk günündesin,
Son sınıf hatırına yakınlaşmış ilişkiler
Bitirmeye çeyrek kala acıtan duygular yaşanıyor içinde
Meşhur hoca geliyor sınıfa ve tüm cömertliğiyle birer kalem uzatıyor sonda kalanlara
Alıyorsun kalemi,
Ufak, sarı, Bayer logolu kalemi alıp ufak bir memnuniyet ifadesiyle gülümsüyorsun
Sonra o kalemi özenle yerleştiriyorsun çantana
O günden sonra da hep hatıra olarak kalsın diye asla kullanmıyor, kullandırtmıyorsun
Ta ki hayatının anlamsızlığını fark edeceğin bir yıla başlayana kadar
İşte o yıl aslında hayatının ne kadar anlamsız olduğunu fark edip hayatında değer verdiğin ne varsa önemsememeye başlıyorsun
Hoyratça yitiriyorsun bütün değerlerini
Hiç acımadan kirletiyorsun bütün masumiyetini
Ve hiç korkmadan siliyorsun canını sıkan herkesi
İşte tam da o yıl,
O ufak kalem
O sarı, Bayer logolu şirin hediye
Hatırındaki o ufak hatırasıyla birlikte tükenmeye başlıyor
Sonra bir gün
En bunaldığın o gün
Kalemin ne kadar kirlendiğini, çatlayıp miadını doldurmaya yeltendiğini fark ediyorsun
Ama ne fark etmek...
Hayatın da o ufak, sarı, Bayer logolu kalem gibi gözlerinin önünde duruyor o an;
Değerli birisi tarafından, iyi niyetle hediye edilmiş o şirin sarı kalem gibi;
Kullanmaya kıyamadığın anlar çoktan geride kalmış,
Üzeri fazlasıyla kirlenmiş, bedeni çatlamış
Bir de tükenmesine çok az kalmış...

20 Ocak 2014 Pazartesi

KAHVE KEYFİ

Bir latte bardağı;
Karton olanlardan hemde,
Kapağı zor açılan; tarçın atmak istediğinde...
Tarçınsız da içilir de, tarçınla bir başka içilir
Kahve keyfini buruklaştırır ele taşımak,
Gideceğin yer uzaksa hele,
Hele bir de gün dönmüşse kızıla,
Kahve keyfi buruklaşır arkadaş, buruklaşır işte...

8 Ekim 2013 Salı

AŞK GİBİ

Aşka çok benzetme yapılmıştır bugüne kadar, birazdan benim yapacağım da bunlardan birisi olarak yazılacak tarihe, buyrun aşk;

Aşk, internetn sipariş ettiğiniz bir saate benzer;

Siparişi vermeden önce düşünürsünüz, boyutunu; üzerinizde, bileğinizde nasıl duracağını tahayyül etmeye çalışırsınız, bunun mümkünü olmadığını bile bile...
Aradan zaman geçer, gözünüz yollarda kalır, kargo gördükçe kapıda içiniz gider; sonunda gelir paketiniz.
Heyecanla açarsınız kutuyu, titreyerek belki, içinden çıkan saatin bileğinize ne kadar da yakışacağını hayal ederek, nafile olsa da !
Özenle iç içe geçirilmiş, adeta içindekine merak uyandırırcasına sarılmıştır paket..
Saat ortaya çıktığında ise ne hayaliniz kalmıştır, ne de onu bileğinize takma isteği!
Yine de takarsınız, olmaz ama; yakışmaz!! denemiş oldum deseniz de bu hiçbir işe yaramaz!!
Paketi, açtığınız gibi kapatırsınız. Telefona sarılıp şikayet etmeye gelmiştir sıra.
Telefonunuzu karşılayan sorumlu, sanki ürünle alakalı hiçbir sorumluluğu yokmuşcasına sizi suçlar, siparişinizi gönderdik, istediğiniz ürün size gelen ürünün aynısı!!!
Kulağınızda acı acı yankılanan bu ses, suratınıza da bir tokat gibi çarpar gerçekleri, doğru söylüyordur SORUMLU!!! istediğiniz ürün size gelen ürünün aynısıdır da siz onu gözünüzde büyütmüş, hayalinizde yaşatarak ululaştırmışsınızdır; işte bu yüzden o paketi açışınız sizin hayal kırıklığınız olmuştur.
Çaresizce alırsınız paketi, içiniz çöpe atmak istese de kapitalist ruhunuz para para diye size dürterek kargoya iadeye götürür.
İmzanızı atarsınız o soğuk kağıda ve teslim edersiniz saati, geri gönderilmek üzere henüz geldiği yere.
Saat gidecektir, ulaşacaktır geldiği yere, sizin açıp beğenmediğiniz o saat, günün birinde onu görüp beğenecek bir başka şahısa gönderilmek üzere; tozlu depo rafında tekrar yerini alacaktır.
Ve onunla mutlu olabilecek tek kişi, onun tüm özelliklerini daha sitede bakarken görmüş, onu öyle sevmiş ve hayalinde büyütmemiş şahıs olacaktır!!!


3 Eylül 2013 Salı

Mona Lisa


Her gün uyanır insan;
Kimi tatlı bir uykudan
Kimi en sancılı kabuslardan;
Kimi en derin rüyalardan,
Kimi en alçak hayallerinden;
Ve kimi ağlayarak uyanır,
Kimi ise gülümseyerek...
Aynı sabah mıdır hepsi?
Aynı güne mi uyanmıştır herkes?
Mutluluk, acı, endişe, korku,
Ya da heycan sadece, güzel bir heyecan
Aynı güne mi yerleştirmiştir hepsini Tanrı?
Birisi uyanmaya korkarken,
Diğerinin Güneşi'ni doğdurarak korkusunu mu engellemiştir?
Ya da sahiden doğrudur belki de;
Gözyaşı ile sulanan bir çift göz ile,
Mutlulukla ışıldayan bir çift gözün ayırt edilemediği
Şartların hiçbir zaman eşit olmadığı ayırt edilememiştir belki de;
Mona Lisa gibi olduğu hayatın,
Bir tarafı gülerken, diğer tarafın gülümseyemediği
Fark edilememiştir,
Belki de fark edilemeyecektir hiçbir zaman...

14 Ağustos 2013 Çarşamba

ZAVALLI

Yaşamayı bile hak etmeyen bir zavallı 
Elleri titrek, sırtı eğri,
Boyu gereksiz uzun, boynu gereksiz kalın;
Elleri titrek onun hemde hep, bilmez çok kimseler
Dudakları bile titrer onun, bilmez çok kimseler
Korkar çünkü o, yaşamaktan korkar
Yaşamayı bile hak etmeyen o zavallı, yaşamaktan korkar!
Öl desen ölmekten, gel desen gelmekten, ... desen .....
Yarım kalmış işleri, hep boş kalmış hayalleri;
Ha bir de hiç dolu olmayan cepleri vardır sadece hayatta!
Ne işe yarar ki varlığı, kim ister ki yaşamasını!
Aczi yetini anlatmaya yetmez kelimeler, 
Kül olur sonra ona atılan bütün cümleler
Hak yerini bulursa bir gün;
Kurtulacak o da, onlar da o gün!

Yaşamayı bile hak etmeyen bir zavallı,
Bir ben mi beklerim hak ettiğine kavuşmasını!

17 Temmuz 2013 Çarşamba

YAŞANAMIYOR


Önümde bir yığın kağıt, bir bardak dolusu da kalem...
En sevdiklerimdir aslında onlar, en samimi olduklarım
Şimsi onlara da küs gibiyim sanki
Şimdi bir hayali içimde öldürebilmek için yazmıyorum,
Yazsam da okumuyorum, okutmuyorum senaryolarımı
Önümdeler eskiden yazdıklarım; ne çok yazardım ben, ne çok düşünürdüm
Bir senaryoya bakıyorum; ne için yazmışım, nasıl yazmışım diye
Anlayamıyorum, neden neden bırakmak zorundayım?
Neden yapabildiğim en iyi şeyi yapamıyorum bu dünyada
Neden hep kursağımda takılmaya mahkum hayallerim
Neden suyun öbür tarafını hiç göremiyorum???
Neden şimdi, tam da ben mutlu olacakken, yazmayı bırakmak zorunda kalıyorum...

15 Temmuz 2013 Pazartesi

YAŞANAMAMIŞ

23 yaşında bir genç tanıdınız mı hiç?
Sordunuz mu ona ‘ Kaç kez gerçekleştirebildin hayallerini? ‘ diye
‘ Hiç ‘ diye cevap verememenin acısıyla kıvrandı mı karşınızda ‘Hiç ‘
Gözlerinden okuyabildiniz mi o derin acıyı?
Dudakları titredi mi ‘ ürkekçe ‘ ?
Gözleri doldu mu;
Bıraksan bir şelaleden farksız akacak gözyaşlarıyla temas kurabildiniz mi ?
Boğazı da düğümlendi değil mi;
Şah damarını da bilirsiniz ya,
Ne yutkunma işlevini gerçekleştirebildi o an, ne konuşma!
Yüzündeki çizgiler belirginleşti değil mi o an,
Yaşlandı o an, hadi söyleyin, bir yaşam kadar yaşlandı o an değil mi?
Gerçekleştiremediği tüm hayallerini hatırlattınız o an,
Yıllarca bastırmaya çalıştığı en güzel hayallerini;
Sevgisini, sevilmesini
Yazdıklarını, yazamadıklarını
Söylediklerini ve söyleyemediklerini hatırlattınız o an,
Hep içinde kalmış ve kalmaya mahkum olanları…
En acımasız vuruşu yaptınız üstelik; o cümlenin sonundaki soru işaretiyle
O küçük işaret, devasa bir boyut aldı ruhunda, kalbini delip geçti;
Artık hepsinin GEÇMİŞ olduğunu anlattı o’na, fark ettirdi zorla!
Artık herşey GEÇMİŞ’Tİ O’ndan…