Aşka çok benzetme yapılmıştır bugüne kadar, birazdan benim yapacağım da bunlardan birisi olarak yazılacak tarihe, buyrun aşk;
Aşk, internetn sipariş ettiğiniz bir saate benzer;
Siparişi vermeden önce düşünürsünüz, boyutunu; üzerinizde, bileğinizde nasıl duracağını tahayyül etmeye çalışırsınız, bunun mümkünü olmadığını bile bile...
Aradan zaman geçer, gözünüz yollarda kalır, kargo gördükçe kapıda içiniz gider; sonunda gelir paketiniz.
Heyecanla açarsınız kutuyu, titreyerek belki, içinden çıkan saatin bileğinize ne kadar da yakışacağını hayal ederek, nafile olsa da !
Özenle iç içe geçirilmiş, adeta içindekine merak uyandırırcasına sarılmıştır paket..
Saat ortaya çıktığında ise ne hayaliniz kalmıştır, ne de onu bileğinize takma isteği!
Yine de takarsınız, olmaz ama; yakışmaz!! denemiş oldum deseniz de bu hiçbir işe yaramaz!!
Paketi, açtığınız gibi kapatırsınız. Telefona sarılıp şikayet etmeye gelmiştir sıra.
Telefonunuzu karşılayan sorumlu, sanki ürünle alakalı hiçbir sorumluluğu yokmuşcasına sizi suçlar, siparişinizi gönderdik, istediğiniz ürün size gelen ürünün aynısı!!!
Kulağınızda acı acı yankılanan bu ses, suratınıza da bir tokat gibi çarpar gerçekleri, doğru söylüyordur SORUMLU!!! istediğiniz ürün size gelen ürünün aynısıdır da siz onu gözünüzde büyütmüş, hayalinizde yaşatarak ululaştırmışsınızdır; işte bu yüzden o paketi açışınız sizin hayal kırıklığınız olmuştur.
Çaresizce alırsınız paketi, içiniz çöpe atmak istese de kapitalist ruhunuz para para diye size dürterek kargoya iadeye götürür.
İmzanızı atarsınız o soğuk kağıda ve teslim edersiniz saati, geri gönderilmek üzere henüz geldiği yere.
Saat gidecektir, ulaşacaktır geldiği yere, sizin açıp beğenmediğiniz o saat, günün birinde onu görüp beğenecek bir başka şahısa gönderilmek üzere; tozlu depo rafında tekrar yerini alacaktır.
Ve onunla mutlu olabilecek tek kişi, onun tüm özelliklerini daha sitede bakarken görmüş, onu öyle sevmiş ve hayalinde büyütmemiş şahıs olacaktır!!!
8 Ekim 2013 Salı
3 Eylül 2013 Salı
Mona Lisa
Her gün uyanır insan;
Kimi tatlı bir uykudan
Kimi en sancılı kabuslardan;
Kimi en derin rüyalardan,
Kimi en alçak hayallerinden;
Ve kimi ağlayarak uyanır,
Kimi ise gülümseyerek...
Aynı sabah mıdır hepsi?
Aynı güne mi uyanmıştır herkes?
Mutluluk, acı, endişe, korku,
Ya da heycan sadece, güzel bir heyecan
Aynı güne mi yerleştirmiştir hepsini Tanrı?
Birisi uyanmaya korkarken,
Diğerinin Güneşi'ni doğdurarak korkusunu mu engellemiştir?
Ya da sahiden doğrudur belki de;
Gözyaşı ile sulanan bir çift göz ile,
Mutlulukla ışıldayan bir çift gözün ayırt edilemediği
Şartların hiçbir zaman eşit olmadığı ayırt edilememiştir belki de;
Mona Lisa gibi olduğu hayatın,
Bir tarafı gülerken, diğer tarafın gülümseyemediği
Fark edilememiştir,
Belki de fark edilemeyecektir hiçbir zaman...
14 Ağustos 2013 Çarşamba
ZAVALLI
Yaşamayı bile hak etmeyen bir zavallı
Elleri titrek, sırtı eğri,
Boyu gereksiz uzun, boynu gereksiz kalın;
Elleri titrek onun hemde hep, bilmez çok kimseler
Dudakları bile titrer onun, bilmez çok kimseler
Korkar çünkü o, yaşamaktan korkar
Yaşamayı bile hak etmeyen o zavallı, yaşamaktan korkar!
Öl desen ölmekten, gel desen gelmekten, ... desen .....
Yarım kalmış işleri, hep boş kalmış hayalleri;
Ha bir de hiç dolu olmayan cepleri vardır sadece hayatta!
Ne işe yarar ki varlığı, kim ister ki yaşamasını!
Aczi yetini anlatmaya yetmez kelimeler,
Kül olur sonra ona atılan bütün cümleler
Hak yerini bulursa bir gün;
Kurtulacak o da, onlar da o gün!
Yaşamayı bile hak etmeyen bir zavallı,
Bir ben mi beklerim hak ettiğine kavuşmasını!
17 Temmuz 2013 Çarşamba
YAŞANAMIYOR
Önümde bir yığın kağıt, bir bardak dolusu da kalem...
En sevdiklerimdir aslında onlar, en samimi olduklarım
Şimsi onlara da küs gibiyim sanki
Şimdi bir hayali içimde öldürebilmek için yazmıyorum,
Yazsam da okumuyorum, okutmuyorum senaryolarımı
Önümdeler eskiden yazdıklarım; ne çok yazardım ben, ne çok düşünürdüm
Bir senaryoya bakıyorum; ne için yazmışım, nasıl yazmışım diye
Anlayamıyorum, neden neden bırakmak zorundayım?
Neden yapabildiğim en iyi şeyi yapamıyorum bu dünyada
Neden hep kursağımda takılmaya mahkum hayallerim
Neden suyun öbür tarafını hiç göremiyorum???
Neden şimdi, tam da ben mutlu olacakken, yazmayı bırakmak zorunda kalıyorum...
15 Temmuz 2013 Pazartesi
YAŞANAMAMIŞ
23 yaşında bir genç tanıdınız mı hiç?
Sordunuz mu ona ‘ Kaç kez gerçekleştirebildin hayallerini? ‘ diye
‘ Hiç ‘ diye cevap verememenin acısıyla kıvrandı mı karşınızda ‘Hiç ‘
Gözlerinden okuyabildiniz mi o derin acıyı?
Dudakları titredi mi ‘ ürkekçe ‘ ?
Gözleri doldu mu;
Bıraksan bir şelaleden farksız akacak gözyaşlarıyla temas kurabildiniz mi ?
Boğazı da düğümlendi değil mi;
Şah damarını da bilirsiniz ya,
Ne yutkunma işlevini gerçekleştirebildi o an, ne konuşma!
Yüzündeki çizgiler belirginleşti değil mi o an,
Yaşlandı o an, hadi söyleyin, bir yaşam kadar yaşlandı o an değil mi?
Gerçekleştiremediği tüm hayallerini hatırlattınız o an,
Yıllarca bastırmaya çalıştığı en güzel hayallerini;
Sevgisini, sevilmesini
Yazdıklarını, yazamadıklarını
Söylediklerini ve söyleyemediklerini hatırlattınız o an,
Hep içinde kalmış ve kalmaya mahkum olanları…
En acımasız vuruşu yaptınız üstelik; o cümlenin sonundaki soru işaretiyle
O küçük işaret, devasa bir boyut aldı ruhunda, kalbini delip geçti;
Artık hepsinin GEÇMİŞ olduğunu anlattı o’na, fark ettirdi zorla!
Artık herşey GEÇMİŞ’Tİ O’ndan…
5 Temmuz 2013 Cuma
BEN HİÇ 91 DOĞUMLU OLAMADIM ASLINDA
Hep 1990 yılının 14 Aralık gününde doğmuş o Aralık bebeği olarak gördüm kendimi
Ailemin bana yakıştırdığı o sahte doğum tarihini kullanamadım ben hiç
Yalan söyleyemedim ben insanlara, ufak bir yalan da olsa söyleyemedim
Bebekliğimin saflığını o yalanla kirletemedim ben hiçbir zaman
Oysa çok küçük bir yalandı o,
Hatta yalan da değildi anneme göre, 1990 sayılmazmış benimki...
Zişan 91 doğumlu demekten hoşlandı o hep, bana kızdı her inkarımda
Ama benim için sayılırdı, son iki haftasında da olsa yakalamıştım ben o yılı '1990'...
Ne büyük bir şerefti benim için!!!
Şimdi ben 23 yaşındayım diyemiyorum hiç kimseye, 22 yaşında olmadığımı da biliyorum
Şimdi ben yine kendi bildiğiklerimle, kendi kendime yaşıyorum
23 yaşında, kaleminin peşinde, insanlardan korkarak !
Doğrunun kimde olduğunu hala bilmiyorum...
Ailemin bana yakıştırdığı o sahte doğum tarihini kullanamadım ben hiç
Yalan söyleyemedim ben insanlara, ufak bir yalan da olsa söyleyemedim
Bebekliğimin saflığını o yalanla kirletemedim ben hiçbir zaman
Oysa çok küçük bir yalandı o,
Hatta yalan da değildi anneme göre, 1990 sayılmazmış benimki...
Zişan 91 doğumlu demekten hoşlandı o hep, bana kızdı her inkarımda
Ama benim için sayılırdı, son iki haftasında da olsa yakalamıştım ben o yılı '1990'...
Ne büyük bir şerefti benim için!!!
Şimdi ben 23 yaşındayım diyemiyorum hiç kimseye, 22 yaşında olmadığımı da biliyorum
Şimdi ben yine kendi bildiğiklerimle, kendi kendime yaşıyorum
23 yaşında, kaleminin peşinde, insanlardan korkarak !
Doğrunun kimde olduğunu hala bilmiyorum...
27 Haziran 2013 Perşembe
ADA KOKUSU
Bir metrelik kumaş; rengi: mavi, kareli deseni...
Nadir bulunacak bir parça olmasa da
Belli özenmiş birileri...
Altında tül, ince ince işlenmiş hemde,
Hemde nasıl güzel...
Uçuş uçuş modeli,
Kokusu benden ötürü hanımeli,
Kokusu benden ötürü hanımeli,
Taşıyamadı ama kalbim, doldu yine gereksiz mi?
Bir fotoğraf karesi; Burgaz Ada dan,
Mütevazi bir banktan,
Makro objektife alınmış bir poz...
Belli yine özenmiş birileri...
Almış eline fotoğraf makinesini
Denemiş daha önceki gece öğrendiği makro çekimi,
Her zamanki gibi;
Yorulana kadar...
Belki de dalmış sonsuz ummana
Belki çok yorulmuş pedal çevirmekten
Belki yanmaya başlamış gözleri çok gülmekten,
Belki ada havası çarpmış, yediği kek mide bulantısı yapmış,
Belki o sepetindeki meyvelerden bıkmış,
Ya da o dondurmacı gözüne çarpmış,
Sakızlısı meşhurmuş,
Öyle derlermiş...
Birileri zaten her türlüsünü yermiş,
Pekmez yemem der; pekmezli kek yermiş !
Bu kadar farkındaymış işte dünyanın
Yaşadığının da...
Sevdiğini sanırmış,
Sevildiğini bilir de yine korkarmış
Büyük karar aldığını sanırmış, sonra;
Pekmez yemem der; pekmezli kek yermiş işte...
26 Haziran 2013 Çarşamba
YENİ HAYAT DÜZENİ
Hep dürüstlük bekler insanoğlu, doğru, güzel davranış güzel hareketler bekler karşısındakinden. Bekler çok güzel de hiç dönüp bakmaz kendine ben kime, nasıl davranıyorum? ben yeterince dürüst müyüm? ben insanlara doğru davranıyor muyum? diye... Sormaz, hep haklı nedenleri vardır, hep karşısındaki haksızdır, kendisi en doğru... Ama değil, ne yazık ki değil!!! Bu dünya düzenine tahammül edebilmenin bir yoludur belki de hepimizn riyakar hale gelmesi ama tek yolu değildir, olmamalı!!! Bu dünyada hala iyi, güzel şeyler yaşamak isteyenler varsa riyakarlık silinmeli lugatlardan, baştan yazılmalı iyilik, doğru davranış ve en çok da VEFA'nın anlamı, yeniden yazılmalıdır ki insanlara bu kez doğru anlamaları için bir şans daha verilsin...
24 Haziran 2013 Pazartesi
RÜZGAR
Ben en çok yazın esen rüzgarı severim,
Hani yemyeşil ağaçların, güzel çiçeklerin kokusnu getiren,
Bembeyaz kar değil de, bembeyaz çiçek tozlarını savuran rüzgarı
Ben en çok yazın esen rüzgarı severim,
Sıcaktan bunalan bedenlere bir lutüf gibi esen,
Şöyle hafifçe içini ürperten rüzgarı
Ben en çok yazın esen rüzgarı severim,
Beklemediğin anda gelen bir mutluluk olan,
Yüzüne bir tebessüm, kalbine bir huzur konduran rüzgarı...
Hani yemyeşil ağaçların, güzel çiçeklerin kokusnu getiren,
Bembeyaz kar değil de, bembeyaz çiçek tozlarını savuran rüzgarı
Ben en çok yazın esen rüzgarı severim,
Sıcaktan bunalan bedenlere bir lutüf gibi esen,
Şöyle hafifçe içini ürperten rüzgarı
Ben en çok yazın esen rüzgarı severim,
Beklemediğin anda gelen bir mutluluk olan,
Yüzüne bir tebessüm, kalbine bir huzur konduran rüzgarı...
21 Haziran 2013 Cuma
CÜMLELERİM, KELİMELERİM !!!
Artık kısa cümleler kuruyorum demiştir kimisi, kimisi ise canı pahasına uzatmıştır cümlelerini, anlamını bulana dek...
Benim cümlelerim de tıpkı bu iki tezat gibi bazen çok uzundur,yorar : bazen de öyle kısadır ki tek kelime bile etmez, dilimin altından kayar
Uzun cümlelerimi anlamak yürek ister, cesaret de değil bu dediğim tam anlamıyla bir yürek,kalp yani yaşamak ister
Kısa cümlelerimi ise gören çok azdır, okuyan ise hiç yok !
En çok onlar merak edilir ama!
Kimse beklemez mesela uzun cümlelerimi merakla: sıkılırlar belki okurken kim bilir, belki melanklik gelir fazlaca belki de sabırları yoktur anlamaya yaşamakları yoktur belki de 'YAŞAMAK'
Ben yine de en kısa cümlelerimi hep içime saklarım, dilimin altına...
Onları yazsam da korkarım anlaşılacağından çünkü, yanlış anlaşılacağından korkarım
Ne demiş şair, 'Anlatacağım çok şey var ama emin değilim anlaşılmak istediğimden'
Yaşamamış olan anlayamaz çünkü, hani sözde değil de özde yaşamak bu bahsettiğim!
Hani sanata yöneltilen o acımasız soru vardır ya: sanat için mi? insan için mi? diye...
Ben kelimeleri kelimeler için yazarım işte, sanat için demek de gelmez içimden insan için demek de, çünkü kelimleri ancak kelimeler anlar, sanattan da insandan da daha çok anlar...
En büyük bencilliği ise onları kişiselleştirirken yaparım kelimelerim deyip kendime ithaf ettiğim zaman
Kendimi anlatırım cümlelerimle, kardeşimi, arkadaşımı: hatta bazen en iğrenç kişilikleri anlatırım
Utanırım bazen onlardan, onları o denli kişiliklere boğduğum için,
Nadasa bırakırım onları sonra, yazmam bir müddet, bakamama kağıda kaleme, kalemime utançtan
Sonra işte yine tüm insanlık nankörlüğüyle, acizliğin verdiği çaresizlikle sarılırım onlara,
Yegane sırdaşlara...
Benim cümlelerim de tıpkı bu iki tezat gibi bazen çok uzundur,yorar : bazen de öyle kısadır ki tek kelime bile etmez, dilimin altından kayar
Uzun cümlelerimi anlamak yürek ister, cesaret de değil bu dediğim tam anlamıyla bir yürek,kalp yani yaşamak ister
Kısa cümlelerimi ise gören çok azdır, okuyan ise hiç yok !
En çok onlar merak edilir ama!
Kimse beklemez mesela uzun cümlelerimi merakla: sıkılırlar belki okurken kim bilir, belki melanklik gelir fazlaca belki de sabırları yoktur anlamaya yaşamakları yoktur belki de 'YAŞAMAK'
Ben yine de en kısa cümlelerimi hep içime saklarım, dilimin altına...
Onları yazsam da korkarım anlaşılacağından çünkü, yanlış anlaşılacağından korkarım
Ne demiş şair, 'Anlatacağım çok şey var ama emin değilim anlaşılmak istediğimden'
Yaşamamış olan anlayamaz çünkü, hani sözde değil de özde yaşamak bu bahsettiğim!
Hani sanata yöneltilen o acımasız soru vardır ya: sanat için mi? insan için mi? diye...
Ben kelimeleri kelimeler için yazarım işte, sanat için demek de gelmez içimden insan için demek de, çünkü kelimleri ancak kelimeler anlar, sanattan da insandan da daha çok anlar...
En büyük bencilliği ise onları kişiselleştirirken yaparım kelimelerim deyip kendime ithaf ettiğim zaman
Kendimi anlatırım cümlelerimle, kardeşimi, arkadaşımı: hatta bazen en iğrenç kişilikleri anlatırım
Utanırım bazen onlardan, onları o denli kişiliklere boğduğum için,
Nadasa bırakırım onları sonra, yazmam bir müddet, bakamama kağıda kaleme, kalemime utançtan
Sonra işte yine tüm insanlık nankörlüğüyle, acizliğin verdiği çaresizlikle sarılırım onlara,
Yegane sırdaşlara...
19 Haziran 2013 Çarşamba
Değer verdiğin insanın saçmalamasını izlemek kadar tahammülsüz bir durum yoktur herhalde! Yanış davrandığını görürsün, bizzat dinlersin de anlatamazsın doğrusunu ya, hani anlatsan karşı koymaya hazırdır, savunacak nedeni de çoktur, tek haklı kendisidir işte! Seni bile kırmaya, incitmeye hazırdır, gözünü karartmıştır işte...
16 Mayıs 2013 Perşembe
Bir İnsanı Tanımak
Gözler her şeyi anlatır mı her zaman ?
Bakmak sadece, o nakış gibi hayranlık uyandıran yapısına bakarken , derinliklerinde
Yeter mi sahiden tanımaya
Görmek mi gerekir yoksa, görebilmek daha da doğrusu
Bakmak ve görmek farklı şeylerdi sonuçta
Hiç görmeden de tanıyabilir misin bir insanı
Gözlerine hiç bakmadan
Ellerini hiç tutmadan
Saçlarını, ağzını, burnunu hiç görmeden
Kokusunu hiç duymadan tanıyabilir misiniz bir insanı
Bazen görmek de dokunmak da yetmez çünkü
Bazen nefesin karışsa da tanıyamazsın bir insanı
Saçlarına dokunup, ellerini tutsan da
Kalbinin atışını kalbinde hissetsen de tanıyamazsın bazen...
Belki de bu yüzden hiç görmediğin birileri kalsın istersin içinde, hayalinde
Hiç tanışmadığın, ama aslında çok iyi tanıdığın
Hiç dokunmadığın ama hayalinde yaşattığın biri olmalı hayatında
Kapılmamak için, kendini kaptırmamak için hayalinde tanımalısın sadece
Hayalinde olmalı o nakış gözler de , o derin bakışlar da
Hepsi hayalinde yaşamalı, deli gibi çarpan kalpler de...
Bakmak sadece, o nakış gibi hayranlık uyandıran yapısına bakarken , derinliklerinde
Yeter mi sahiden tanımaya
Görmek mi gerekir yoksa, görebilmek daha da doğrusu
Bakmak ve görmek farklı şeylerdi sonuçta
Hiç görmeden de tanıyabilir misin bir insanı
Gözlerine hiç bakmadan
Ellerini hiç tutmadan
Saçlarını, ağzını, burnunu hiç görmeden
Kokusunu hiç duymadan tanıyabilir misiniz bir insanı
Bazen görmek de dokunmak da yetmez çünkü
Bazen nefesin karışsa da tanıyamazsın bir insanı
Saçlarına dokunup, ellerini tutsan da
Kalbinin atışını kalbinde hissetsen de tanıyamazsın bazen...
Belki de bu yüzden hiç görmediğin birileri kalsın istersin içinde, hayalinde
Hiç tanışmadığın, ama aslında çok iyi tanıdığın
Hiç dokunmadığın ama hayalinde yaşattığın biri olmalı hayatında
Kapılmamak için, kendini kaptırmamak için hayalinde tanımalısın sadece
Hayalinde olmalı o nakış gözler de , o derin bakışlar da
Hepsi hayalinde yaşamalı, deli gibi çarpan kalpler de...
3 Mayıs 2013 Cuma
Fotoğraflar
'An' ı Ölümsüzleştirelim' derler...
Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi o 'an', o 'anı'
Anılarda ölür, anlarda, hiçbir fotoğraf karesinin gücü yetmez onları ölümsüzleştirmeye
En sevdiğin hırka vardır üzerinde, en sevdiğin arkadaşın vardır yanında, ya da sevgilin ya da hayatta en sevdiğin Baban , kardeşin vardır, belki en sevdiğin yerdesindir, hava en sevdiğin gibidir belki ;bol güneşli !
Ve yine en sevdiğin gibi birkaç kareye sığdırmaya çalışmışsındır bütün bunları
Zaman... Acımasız zaman geçer, üzerinden çok şey geçer, o en sevdiklerinle dolu anlar ölüme mahkum edilir hemde bizzat ellerinle !
Çok güzel gülmüşsündür, çok mutlu, çok içten, çok aşikar ama sonu ellerinde !
Kalbin kanamaz da, titrer; kırılmış, burkulmuş, bir hayli yorulmuş kalbin tir tir titrer ellerin bir 'anı' öldürürken
Gözlerin yaşlarını akıtmak ister, dolar dolar da taşamaz
Ellerin, ellerin tıpkı zaman gibidir, acımasız, sert, haşin !
Sözlerinse yoktur zaten, en kuytu köşeye gizlenip dinginliği beklerler, o 'anı' kül olurken haşin ellerinde...
Sonra, zaman yine acımasızdır her zamanki gibi çabuk geçer, yıkmadan geçtiğini sanırsın da çaktırmadan yıkarak geçer, çok sonra anlarsın
Özenle çekilmiş mutlu karelerin olur yine hemde çok çok, hemde çok güzel
Ama bir gün, hiç ummadığın saçma bir anda ' birilerinin ölümsüzleştirmeye çalıştığı çok mutlu görünen bir an ' yıkar zaman gibi içindeki kırık kalbi
Belki gözlerin yine dolar hatta taşar belki
Belki ellerin yine hoyrat davranır bir şeylere
Belki sözlerin gizlendiği yerden çıkar o zaman
Belki de daha da gömülür kim bilir,
Acımasız Zaman...
Sanki hiç ölmeyecekmiş gibi o 'an', o 'anı'
Anılarda ölür, anlarda, hiçbir fotoğraf karesinin gücü yetmez onları ölümsüzleştirmeye
En sevdiğin hırka vardır üzerinde, en sevdiğin arkadaşın vardır yanında, ya da sevgilin ya da hayatta en sevdiğin Baban , kardeşin vardır, belki en sevdiğin yerdesindir, hava en sevdiğin gibidir belki ;bol güneşli !
Ve yine en sevdiğin gibi birkaç kareye sığdırmaya çalışmışsındır bütün bunları
Zaman... Acımasız zaman geçer, üzerinden çok şey geçer, o en sevdiklerinle dolu anlar ölüme mahkum edilir hemde bizzat ellerinle !
Çok güzel gülmüşsündür, çok mutlu, çok içten, çok aşikar ama sonu ellerinde !
Kalbin kanamaz da, titrer; kırılmış, burkulmuş, bir hayli yorulmuş kalbin tir tir titrer ellerin bir 'anı' öldürürken
Gözlerin yaşlarını akıtmak ister, dolar dolar da taşamaz
Ellerin, ellerin tıpkı zaman gibidir, acımasız, sert, haşin !
Sözlerinse yoktur zaten, en kuytu köşeye gizlenip dinginliği beklerler, o 'anı' kül olurken haşin ellerinde...
Sonra, zaman yine acımasızdır her zamanki gibi çabuk geçer, yıkmadan geçtiğini sanırsın da çaktırmadan yıkarak geçer, çok sonra anlarsın
Özenle çekilmiş mutlu karelerin olur yine hemde çok çok, hemde çok güzel
Ama bir gün, hiç ummadığın saçma bir anda ' birilerinin ölümsüzleştirmeye çalıştığı çok mutlu görünen bir an ' yıkar zaman gibi içindeki kırık kalbi
Belki gözlerin yine dolar hatta taşar belki
Belki ellerin yine hoyrat davranır bir şeylere
Belki sözlerin gizlendiği yerden çıkar o zaman
Belki de daha da gömülür kim bilir,
Acımasız Zaman...
29 Nisan 2013 Pazartesi
Bilen Bilir O'nu...
Bilen bilir O'nu...
'Koreli' yazar, kağıt medillerini özenle dizdiği kasanın önünde
Kore gazisi olduğunu tahmin eder İncirli metrobüsüne uğrayanlar da
Ondan hiç mendil satın almamış olsa bile İncirli metrobüsünü kullanan herkes bilir onu,
İmrenerek bakar hatta çoğu göz ona, henüz ayıkamamış halde derse giderken mesela...
O oradadır hep, yağmurda, karda, güneşin en yakıcı olduğu anlarda bile!
Les marka kağıt mendillerini satarak hayatını kazanmaya çalışır,
Para üstü de bırakmaz asla! 10 kuruş bile almaz fazladan, tenezzül etmez!
Bir keresinde bizim Esra bir kağıt mendil alıp 1 tl uzatmıştı, para üstünü almamakta ısrar edince bizimki, bir mendil daha verdi, o gururlu bakışını unutamıyorum işte...
Bugün sandığın başında göremedim onu, korktum biraz sonra merdivenlerin başında rastladım,
Hemen oradaki simitçiden simit alamaya inmişti belki,, bilmiyorum...
Tam inerken ben göz göze geldik, öyle baktı ki bana hafızama kazınanlardan! dayanamadım,
Koreli amcayı unutmayacağım
Bana bakışını da
Kasasındaki 'Koreli' yazısını da
Yaz kış kafasında olan o eski şapkayı da unutmayacağım
Markası Les olan, özenle dizilmiş o kağıt mendilleri de...
'Koreli' yazar, kağıt medillerini özenle dizdiği kasanın önünde
Kore gazisi olduğunu tahmin eder İncirli metrobüsüne uğrayanlar da
Ondan hiç mendil satın almamış olsa bile İncirli metrobüsünü kullanan herkes bilir onu,
İmrenerek bakar hatta çoğu göz ona, henüz ayıkamamış halde derse giderken mesela...
O oradadır hep, yağmurda, karda, güneşin en yakıcı olduğu anlarda bile!
Les marka kağıt mendillerini satarak hayatını kazanmaya çalışır,
Para üstü de bırakmaz asla! 10 kuruş bile almaz fazladan, tenezzül etmez!
Bir keresinde bizim Esra bir kağıt mendil alıp 1 tl uzatmıştı, para üstünü almamakta ısrar edince bizimki, bir mendil daha verdi, o gururlu bakışını unutamıyorum işte...
Bugün sandığın başında göremedim onu, korktum biraz sonra merdivenlerin başında rastladım,
Hemen oradaki simitçiden simit alamaya inmişti belki,, bilmiyorum...
Tam inerken ben göz göze geldik, öyle baktı ki bana hafızama kazınanlardan! dayanamadım,
Koreli amcayı unutmayacağım
Bana bakışını da
Kasasındaki 'Koreli' yazısını da
Yaz kış kafasında olan o eski şapkayı da unutmayacağım
Markası Les olan, özenle dizilmiş o kağıt mendilleri de...
28 Nisan 2013 Pazar
Bir Pazar İşte...
Bugün Salacak Sahilde dinlendirdim ruhumu, güneşe karşı, kız kulesine nazır, halihazırda durgundu, dinlenmişti yorgunluğum...
İstanbul öyle cümleler kuruyor ki bana suskun kalamıyorum ruhum affet! Sukunet hiç yakışmadı zaten bana, hep dilimdeydi hislerim, cümlelerim hep ucundaydı o tetiğin!
Bir fotoğrafçı bir kare yakalamaya çalışıyor önüme geçip, Topkapı'nın bana bakışını kesiyor ama kızmıyorum ona, o da hisli çünkü, o da gönül veriyor makinesine benim kağıdıma kalemime verdiğim gibi...
Derken Güneş fazla yakıcı olmaya başlıyor, saçlarımı biraz daha parlatıp, güneş gözlüğünün işlevini alt üst ederek kıstırmayı başarıyor Bal rengi gözlerimi...
Kalk artık! diyor, kendi denizine! Denizimi rahat bırak, kendi dalgalarına kucak aç!
Kalkıyorum o an , şu cümlem de bitseydi diyorum, gözüm arkamda Kız Kulesi'ne doğru yürüyorum yine...
İstanbul öyle cümleler kuruyor ki bana suskun kalamıyorum ruhum affet! Sukunet hiç yakışmadı zaten bana, hep dilimdeydi hislerim, cümlelerim hep ucundaydı o tetiğin!
Bir fotoğrafçı bir kare yakalamaya çalışıyor önüme geçip, Topkapı'nın bana bakışını kesiyor ama kızmıyorum ona, o da hisli çünkü, o da gönül veriyor makinesine benim kağıdıma kalemime verdiğim gibi...
Derken Güneş fazla yakıcı olmaya başlıyor, saçlarımı biraz daha parlatıp, güneş gözlüğünün işlevini alt üst ederek kıstırmayı başarıyor Bal rengi gözlerimi...
Kalk artık! diyor, kendi denizine! Denizimi rahat bırak, kendi dalgalarına kucak aç!
Kalkıyorum o an , şu cümlem de bitseydi diyorum, gözüm arkamda Kız Kulesi'ne doğru yürüyorum yine...
25 Nisan 2013 Perşembe
İstanbul
Arkamda bir ulu dahiye ev sahipliği yapmış o görkemli saray, karşımda beni rahatlatan sakinliğiyle Anadolu Yakası, sahil boyu… Hemen yanımda en umutsuz olduğum şu anda içimi ürperten ezan sesinin yankılandığı camii.Ve içimin derin sessizliğini bozan vapur sesleri…sonsuz umman dediğim, derdimi en rahat döktüğüm,en sevdiğim mavilik üzerinde başkaldırış olarak tanımladığım vapurlar… İstanbul …içimdeki kederle çekebildiğim tek şehir … şehir demek az kalır aslında, sen tek başına bir hayatsın. Her türlü insana bir avuntu bulabilen ,yoran,tüketen bazen ama yine de vazgeçilemeyen. Sen bazen umut, bazen en derin keder. Ama hep İstanbulsun işte hep İstanbulsun…
22 Nisan 2013 Pazartesi
Bir Çift Acılı Göz
Bir çift yeşil gözden daha ne kadar acı akabilirdi, onu hiç tanımayan bir yabancıya. Yaşamın tüm yorgunluğu üzerindeydi metrodaki genç adamın, elinde bir belge bir yerlere yetişmeye çalışıyordu, belli. Ama telaş yoktu üzerinde, üzerinde solmuş siyah renkte bir pantolon, ince gömleğin üzerine giyilmiş üniforma eskisi bir hırka ve bir eski mont vardı sırtında da. Saçları uzun, sakalları yeni kesilmiş ama hala kirliydi izleri, gözleri yeşildi, çakır yeşil ama o kadar yorgun bir yeşildi ki bakmak istemezdiniz. Acılı bakıyordu zaten fazlasıyla acılı, hayat ona çok yüklemişti, belliydi. Ağlayamadıkları akıyordu gözlerinden, belki de en dolduğu andı, benim kulaklığımı takıp ruhumla baş başa kaldığım o yol, ona yorgunluğunu fark ettirmişti o an, yorulduğunu, kırıldığını, acı çektiğini hatırlatmıştı belki…
18 Nisan 2013 Perşembe
Her veda bir parça hüzün barındırırmış içinde...
Her veda bir parça hüzün barındırırmış içinde
Ve bir miktar da gözyaşı...
Canını derinden yakmasa da bazı vedalar,
Hatta sevindirerek, bir esaretten kurtuluşu andırır adeta
Ama yine de bir parça hüzün vardır her vedanın içinde
Bir miktar da gözyaşı...
Biraz fazla mı bencilleştim diye sorduğun anlarda yakalar tam da seni;
Fark etmeden alıştığın insanlar,
Hiç fark etmeden en yakını olduğun kalpleri bırakırken
O damla damla süzülen tuzlu yaşlar, hala ışıldayan gözlerinden...
Ve bir miktar da gözyaşı...
Canını derinden yakmasa da bazı vedalar,
Hatta sevindirerek, bir esaretten kurtuluşu andırır adeta
Ama yine de bir parça hüzün vardır her vedanın içinde
Bir miktar da gözyaşı...
Biraz fazla mı bencilleştim diye sorduğun anlarda yakalar tam da seni;
Fark etmeden alıştığın insanlar,
Hiç fark etmeden en yakını olduğun kalpleri bırakırken
O damla damla süzülen tuzlu yaşlar, hala ışıldayan gözlerinden...
17 Nisan 2013 Çarşamba
Yalnızlık...
Gündüz ya da gece fark etmez bazen, hiçbir anlam ifade etmez bu döngü içinde yalnızlık varsa eğer...
Bazen anlayamıyorum neden yalnızlığa katlanamaz insan ? Neden hep birilerini ister yanında ?
Neden zor gelir yalnız yaşamak ?
Anlamlandıramadığım daha derin kavramlar da var elbet, ama yalnızlıkta boğulup gidiyorum bazen, bazı günler...
Kendimi çekip çıkartmak yine bana kalıyor ama bunu becerebilene kadar bir hayli hırpalanıyor ruhum !
Yaşlanmış hissediyorum kalbimi, yüreğim bir çınar ağacı; yaşlı bir çınar, hayatımın ilk değil de son baharında hissediyorum, fazlasıyla derin yaşanmışlıklar hissediyorum
Ve yalnızlığım derinleşiyor; kendi içinde bir anlam kazanıyor, aşk gibi, şefkat gibi ...
Bir başkasına ihtiyacım olmasın istiyorum, kendi kendime yetmeliyim artık !
Ama kalbime dinletemiyorum ! Bir elim telefona uzanıyor işte o an, kalbimde yalnızlığı sonlandırmak üzere hazırlıklarını tamamlıyor
Bir cümlelik destek, bir cümlelik yazı bile yalnızlığı itekliyor adeta içimden, sıyrılıyorum kendimden
Ve o anı kurtarıyorum, yalnız değilim! i duymak istiyordum ya duyuyorum işte YALNIZ DEĞİLİM !
Sonra halime kızmak istiyorum, yalnızlığı sevebilmeli insan
Yalnızlığa alışabilmeli, kendi kendine yetebilmeli insan diyorum !
Çok acı yaradılışta yok ! Yalnızlık insana mahsus değil anlıyorum, hemde defalarca...
Bazen anlayamıyorum neden yalnızlığa katlanamaz insan ? Neden hep birilerini ister yanında ?
Neden zor gelir yalnız yaşamak ?
Anlamlandıramadığım daha derin kavramlar da var elbet, ama yalnızlıkta boğulup gidiyorum bazen, bazı günler...
Kendimi çekip çıkartmak yine bana kalıyor ama bunu becerebilene kadar bir hayli hırpalanıyor ruhum !
Yaşlanmış hissediyorum kalbimi, yüreğim bir çınar ağacı; yaşlı bir çınar, hayatımın ilk değil de son baharında hissediyorum, fazlasıyla derin yaşanmışlıklar hissediyorum
Ve yalnızlığım derinleşiyor; kendi içinde bir anlam kazanıyor, aşk gibi, şefkat gibi ...
Bir başkasına ihtiyacım olmasın istiyorum, kendi kendime yetmeliyim artık !
Ama kalbime dinletemiyorum ! Bir elim telefona uzanıyor işte o an, kalbimde yalnızlığı sonlandırmak üzere hazırlıklarını tamamlıyor
Bir cümlelik destek, bir cümlelik yazı bile yalnızlığı itekliyor adeta içimden, sıyrılıyorum kendimden
Ve o anı kurtarıyorum, yalnız değilim! i duymak istiyordum ya duyuyorum işte YALNIZ DEĞİLİM !
Sonra halime kızmak istiyorum, yalnızlığı sevebilmeli insan
Yalnızlığa alışabilmeli, kendi kendine yetebilmeli insan diyorum !
Çok acı yaradılışta yok ! Yalnızlık insana mahsus değil anlıyorum, hemde defalarca...
9 Mart 2013 Cumartesi
Bir gece daha önceden tanımadığınız bir adam, ona başka birinin hediye ettiği paketten bir sigara uzatır henüz yabancı olan o kırılgan kalbe.Alır kalp uzatılanı, yakar, içine çekmeyi dener ama olmaz, çekemez! İlk deneme değildir bu, daha önce de denemiştir kötü olmayı, olamamıştır işte ! yanan sigarada yakar geçmişi o gece. İçine çekemez işte bundan tam da bu yüzden, geçmişini yakar, olabilecek bir güzelliği de yakar, biter sigara, söner kendi kendine… başka birinin hediye ettiği sigarayı uzatan eli tutar, başka birine hediye ettiği ve hayatındaki en garip anı yaşarken içine çektiği o buz kesen memleketteki sigara gelir aklına. Gülümser acı acı. Mutlu gülümsemek tarih olmuştur artık, gözleri ışıldayan, saçları güneş o kız da… Gülümsemeler acıdır artık, sigara gibi, sert bir bira gibi acıdır ! mutlu olabileceğine olan inancını da götürmüştür gidenler, gittikleri değil de yaptıklarıyla bitirmişlerdir o gülen gözleri, o güneş saçlı şirin kızı…
25 Şubat 2013 Pazartesi
KIŞ SONA ERMEDEN...
Kış ortasında bahar gelmezmiş sahiden, ben geldi sanmıştım en büyük yanılgımı yaşamıştım belki de... Kışın en şiddetli, en sert, en çetin geçtiği anlarda bahar yüzünü gösterdi sanmıştım. Hani ağaçlar tekrar çiçek açmaya başlar ya o en sert kışlardan sonra bile; bende o baharın erken geldiğini, hiç beklemediğim o anda beni tesiri altına aldığını düşünmüştüm. Yanıldığımı anladığımda hala kışı yaşıyordum çok acı! Kış ortasında bahar gelmezmiş dedim sonra, şarkıda söylediği gibi, geldi sandığında yanıltırmış, tıpkı İstanbul gibi; şubat ortasında güneşli bir bahar gününü gösterip, en sert rüzgarını savururmuş hayat da...
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)